Amazon Prime’ın harikalar dünyasına hoş geldiniz!

Tüplü televizyonun üzerindeki dantelleri hatırlayanlar online mı? Dantel ve televizyon… Freud kalksa gelse seksen yıllık uykusundan mutlaka bir açıklama yapardı buna. En basit haliyle televizyonun bir arzu nesnesi olduğunu söylerdi. Televizyonu açarken dantel örtünün üçgenini alttan kaldırıp… Neyse neyse, konu televizyon ve arzu kanallarımız değil.

Uzaktan kumandası olmayan televizyonların olduğu dönemden bahsediyorum. Kanal değiştirmek için yerimizden kalkmazdık belki (çünkü tek kanalın nesini değiştirelim) ama sesin açıp kapatılması için illa bir hareket lazımdı, manuel zorunluluklar işte (gerçi manuelin keyfi de bir başkadır). Televizyonun sesini açıp kapatmak için ayağa kalkardık evet! 80’lerde çocuk olanlar ne çekti be…

Şimdi düz ekran, ultra mega higa hüga hoovv HD görüntü sistemlerinin konforlu dünyasında oturduğumuz yerden hiç kalkmadan günler geçirebiliriz. Tutuyoruz çünkü elimizde şu an, yani kumandalar diyorum… Freud’a bir kez daha mikrofon uzatmadan sadede geleyim:

AMAZON PRIME aboneliğini başlatmak için dokuz neden

1. FLEABAG

Phoebe Waller-Bridge’ın tek kişilik tiyatro oyunundan uyarlanan Fleabag, müthiş mizah anlayışı, Londra atmosferi, dönüp dönüp bizimle konuşmaları, göz kırpmaları, aile ilişkilerindeki klişeleri yıkışı, ablanın sarkastik hezeyanları, bırakamadıklarımız ve tutunduklarımızı yüzümüze çarpmasıyla bir şaheser! Phoebe tek kişilik dev kadro olsa da dizinin şaheser olma sebebinde elbette oyuncu kadrosunun payı büyük. Siz de benim gibi İngiliz aksanının dayanılmaz cazibesine kapılanlardansanız Fleabag’i çok seveceksiniz. Ve oturup bir çırpıda bitirdikten sonra yeni sezon arayışına girdiğinizde üzüleceksiniz. Fleabag bu kadar arkadaşlar, yeni sezon haberi yok, üzgünüm.

2. MOZART IN THE JUNGLE

Elinden düşürmediği mate çayıyla Meksikalı çatlak maestro Thomas, New York Senfoni Orkestrası’nın başına geçiyor o saatten sonra orkestranın akortu bir daha eskisi gibi olmuyor. Üstelik içine Mozart’ın ruhu kaçmış maestro Gael García Bernal olunca tadından yenmiyor! Thomas büyümeyi reddeden bir çocuk. Büyüklerin dünyasında benim ne işim var şaşkınlığını, müzikle dengelemeye çalışsa da aşk geliyor, eski aşk travmalarını hoplatıyor, hatta spoiler gibi olmasın ama bir ara iki aşkı arasında kalıyor derken klasik müzik dünyasının tüm grand tuvalet halleriyle fena halde dalga geçiyor.

3. THIS IS US

Yazılmış, yapılmış en iyi aile dizisi diyerek açıyorum bahsi. Aynı gün doğan üç kardeş ve birbirine aşık ebeveynler ekseninde dönen dizinin alametifarikası ne derseniz, tek kelimeyle hayat derim, hem de en saf haliyle hayat. This is Us’ı izlemeye başladıktan kısa bir süre sonra dizideki çocuklarla kardeş, ebeveynlerle yakın dost oluyorsunuz. Ve o saatten sonra koca bir terapi odasında yerinizi alıp, iç seslerinizi dinliyorsunuz.

4. PREACHER

Çizgi roman uyarlaması Preacher, kitap sayfalarından fırlayan en iyi uyarlamalardan biri! Annville şehrinin Vahşi Batı atmosferinde geçen hikayede şehrin sankinleri de en az Preacher kadar nevi şahsına münhasır! Cast konusunda bonkör davranmasının yanında ters köşe karakterleriyle takip heyecanını her dem yüksek tutuyor. Kimi zaman rahatsız eden detaylarıyla “ay yok artık bakamıycam” efekti yaratsa da bende, Tanrı seni korusun Preacher-bulabilirsen tabii.

5. MODERN LOVE

İlk bölüme kalbini bırakmayan kaldı mı? Birbirinden bağımsız, episodik hikayelerle çoğu yerde “aa bu ben/aaa bu resmen o!” dedirten Modern Love, aşk için dağları taşları delmediğimiz bugünün aşk masallarına nanik yapıyor. Muhabbet ortamlarında “senin en sevdiğin bölüm hangisi?” sorusuyla masada uzun sohbet açma garantili Modern Love, özellikle ilk sezonuyla ah kalbim dedirtiyor.

6. THE ROMANOFFS

Takip kaygısından uzak, her bölüm başka bir hikaye izlemek isteyenler için bir diğer önerim de The Romanoffs. Dizideki farklı karakterlerin tek ortak noktası, Romanoff hanedanına mensup oluşları, ancak hepsi ayrı telden çalıyor. Mad Men’in yaratıcısı Matthew Weiner, burada da hem yaratıcı hem de yönetmen koltuğunda oluşunu da söylemeden geçmeyeyim. The Romanoffs’un devam sezonları gelir mi şimdilik muamma; gelse izler miyim, kesinlikle, hem de ilk günden sezon bitirmeli heyecanıyla!

7. THE MARVELOUS MRS. MAISEL

1960’ların New York’unda bir kadın, erkek dünyasında nasıl var olur? Mrs. Maisel bunu “marvelous” sıfatının hakkını vererek öyle bir yapıyor ki, bölümleri izlerken gaza gelip kağıt kaleme ya da en iyi ihtimalle telefonunuzdaki notes’a sarılmanız olası! Hikayenin harikalığını bir kenara bırakırsak dizinin en sevdiğim tarafı renkleri ve dönem ambiyansı. Benim gibi sahne hobisi olanlar için Mrs. Maisel adım adım yapılacaklar listesi hazırlamış, tik atması size kalmış.

8. DIETLAND

Bu diziyi tam da şekil şema sorgularken, yeme kavramına ve dayatılan onca şeye kulak kesilirken keşfettim. Bir insan yemekten keyif alıyorsa onu neyle suçlayabilirsin? Ya da bir insan yeme dürtüsünün altında yatan sebeplere çok da fifi diyorsa ne yapabilirsin? En basitinden eline bir cupcake alıp kendi yüzüne fırlatırsın-dizide olan da tam olarak bu! Yersin yemezsin o sana kalmış ama toplumun geneline yayılan güzellik kavramını bununla iliştiriyorsan orada dur beyim! Yoksa Dietland’teki bu kadınların yakın markajına girersin ve kirli çamaşırlarının ortaya serildiğinde seni iyi kalpli Plum bile kurtaramaz. Dietland’in devamı gelmeyecek, o yüzden benim gibi bir oturuşta bitirmeyin.

9. NINE PERFECT STRANGERS

Ve son önerim bir ifşa hikayesi. Yeni dünyanın “kendini bulma” arayışında sığındığı inziva kamplarında neler dönüyor diye merak ediyorsanız buyrun, Nicole önderliğinde izleyin derim. Bir gurunun çemberine giren birbirinden ilginç karakterlerin kamp boyunca iniş çıkışlarını izlerken diğer yandan da puzzle parçalarını birleştirmeye çalışıyorsunuz. Çünkü Nine Perfect Strangers daha ilk bölümden “bunun altından ne çıkacak acaba?” sorusunu fena halde aklınıza kazıyor. Nicole’ü yıllar sonra böyle şahane bir karakterde izlemek de cabası! (Siz yabancı değilsiniz. Favori karakterimin Frances olduğunu ve gerçekten böyle ütopik bir kamp var mı, gitsek mi acaba diye düşündüğümü itiraf edeyim)

Amazon Prime’ın harikalar dünyasına hoş geldiniz!” üzerine 2 yorum

  1. Harika bir derleme olmuş, eline sağlık 🙂
    Buraya bir de “The man in the high caste”ı eklerim ben. Philip K. Dick romanından uyarlanan muhteşem bir bilim kurgu-drama. Yapımcı da Ridley Scottt!

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın