Balinalardan bayrağı devralmaya hazır mısın?

Evrimde dünyanın en büyük canlısı balinanın, insandan daha üst bir yerde olduğu söylenir. Bu bilgiyi alıp, kolayca sahipleniyorum. Çünkü dev cüsseleri bir yana (bir mavi balina bir basketbol sahasından daha büyük ve kalbi bir araba boyutundaymış), birbirleriyle kurdukları haberleşme ağı ve çıkardıkları muazzam ses dalgaları bile onlara hayranlık duyma sebebim… Bir gün bir balinayı yakından görebilme hayalimi de henüz yazının başında buraya iliştireyim.

Sizde de nereden geldiğini kestiremediğiniz benzer bir hayranlık varsa “HATIRLA” kitabındaki bu cümleler bir aydınlanma yaşatabilir:

“Gezegeni kuşatan enerji dalgası sizin bir sonraki tekamül adımını spiritüel varlıklar olarak atmanıza yardımcı olacaktır. Bu dalga, Oyun Alanında Enerjiyi Köklendirenlerin çalışması sonucu ortaya çıkacaktır. Deniz memelileri dahil birçok varlık, bunu mümkün kılmak için titreşimini bu çalışmaya katmıştır. Binlerce yıldan beri oyun alanına enerjinin aktarılıp köklendirilmesi, büyük ölçüde yunuslar ve balinalar dediğimiz koruyucular tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu deniz memelileri sizi tohumlayan uzaylı ırkların torunlarıdır ve oyun sırasında gezegenin enerjisini tutma işini mükemmel bir biçimde yapmışlardır. Şimdi insanlık bu sorumluluğu bir kez daha üstlenecek kadar yüksek bir titreşime erişmiştir. Ve insanlar güçlerine uyanmaya başladıklarında ise bu görev sevinçle size devredilmiştir.”

Uzaylı ırklar diyor, oyun alanı diyor, enerjiyi köklendirenler diyor ve artık uyanışa geçtiniz, taşın altına elinizi koyun, balinalardan bayrağı teslim alın diyor. Keşke uyanış ya da aydınlanma denilen durum hepimizin aynı anda yaşadığı bir eylem olsa diye söylenmeden edemiyorum.

Bir olayla karşı karşıya kaldığımızda bir an durup düşünmeye fırsat bulursak eğer, normalde verdiğimiz tepkiden farklı bir tepki veririz. O an için bunu mucize sanıp gaza gelmemiz olası. Bu küçük uyanışlarla uyandığımızı sanmamız ise koca bir sanrı… Bütüne yayılmayan küçük uyanışlar balinaların bize bir hatırlatması belki, “hadi artık hazırsın” diyerek el vermeye çalışması. Bir keşke de buraya koyayım: Keşke bu kadar kolay olsa…

Son dönemde uyanışa çağrı yapan çok fazla kitap yazılıyor, bir o kadar da “mentor” paylaşımlarda bulunuyor. Birine inanıp peşinden gittiğinizde önce size masalsı bir dünyanın kapısını aralayıp, yaşadığınız gerçeklikten çok farklı bir dünya olduğunu söylüyor ve ardından sizi bu dünyaya davet ediyor. Buraya kadar pek bir sorun yok aslında, “inanırsak olur be” derler ya hani, siz inanırsanız o masalsı dünyanın gerçekliğini, kendi gerçeğiniz yapabilirsiniz (bknz. “Hatırla” kitabındaki alıntı-çünkü zaten sizden beklenen bu).

Bir süre bu dünyada salınıp yeni şeyler öğreniyor, birtakım farkındalıklar yaşıyor, insana, doğaya ve olaylara pürdikkat kesilip yeni anlamlar çıkarıyorsunuz. Bunlar da harika… Kurduğunuz cümlelerdeki kelimeler bile değişiyor. Mentorun her söylediğini koşulsuz kabul edip-bu arada kabule geçmek de kabul etmemiz gereken bir durum-çabalıyorsunuz, o dünyaya demir atabilmek için.

Sonra bir gün mentorun da insan olduğunu fark ediyorsunuz. İşte asıl uyanış dedikleri de bence o an başlıyor. Söylediklerine ters düşen bir eylemde bulunduğunu anladığınız an yaşayacağınız muhtemel ilk duygu, kandırılmışlık oluyor. Ardından da şu soru geliyor: “Bana ısrarla anlatıp, yapmam konusunda uyardıklarını kendi neden yapmıyor?”

Bu aşamada Netflix’teki en iyi belgesel serilerinden biri olan “Wild Wild Country”yi mutlaka ama mutlaka izlemenizi öneririm. Milyonları etrafında toplayan, onlarca kitap yazan, saatlerce konuşan Osho’nun dünyasını, bir bakıma onun da bir insan olduğunu mükemmel anlatıyor.

O belgeselden çok önce mentorları sorgulamaya başladığımı, her unuttuğumda parmağıma kırmızı ip bağlayıp kendi kendime, “onlar da insan, onlar da insan, onlar da insan” üçlemesini hatırlattığımı söyleyebilirim. Ancak insanız işte, kalbimize ya da zihnimizin ücra köşelerine dokunan her kişiyi alıp hayatımızın merkezine koyma dürtümüz bir yerlerden fışkırıyor. İnanmak istiyoruz çünkü… Tüm inanç sistemlerinde, ikonik figürlere olan bağlılıklarda olduğu gibi…

Bu dürtüyü baskılamak bir çözüm değil, önce bunu anladım. Ardından o bahsettiğim hatırlatma geldi, hala da birine körü körüne inandığımı hissettiğimde uygulamaya çalışırım. Bu durumu sınırlarından kurtarmaya çalışırsak aşk, mevki, başarı ve paraya olan inancada yayabiliriz.

İnsandan bahsediyorsak hatırlatma “o da bir insan”, diğer şeylerden bahsediyorsak hatırlatma notumuz “bunlar geçici, çok da tutunma” olabilir.

Şunu da söylemeden geçmeyeyim, parasız mutluluk olmadığına inandığım kadar, her mutluluğun altında yatan sebebin de para olmadığını düşünüyorum. Her bilginin herkese göre olmaması gibi…

Misal herhangi bir dine inanan birine uzaylı ırkların torunları olduğumuzu söylediğimizde alacağımız tepkiyi üç aşağı beş yukarı tahmin ediyorsunuzdur. Bunun gibi… Evrendeki her bilgiye açık olmak, en azından dinlemeye-duymaya gönüllü olmak başlı başına bir erdem. Birbirimizi dinlemekten yorgun düştüğümüz son dönemde bunu yapabilmek de ayrı bir mucize. Neyse ki mucizelere inanıyorum, hala…

Çevremde, kütüphanemde bir sürü mentor olmasından yana bir sıkıntım yok. Hepsini dinlemeye, görmeye açığım. Aşkın, paranın ya da başarının hayatımda olmasından yana da şikayetçi olmam saçma olurdu herhalde.

Ama işte arada hatırlamak lazım;

hepimizin bir olduğunu, her şeyin gelip geçtiğini, bir mentorun söylediklerini koşulsuz kabul edip ezberlemenin bizim hayatımızda dönüştürücü bir etkisi olmadığı, aksine o kişiyle aramızdaki perde kalktığında çıplak gözle görünenin kendi dünyamızda yıkım etkisi yaratacağını, yaptığımız bir işle göklere çıkarılırken bir anda yere çakılabileceğimizi, bir insan sizi sevmekten vazgeçtiğinde aslında bunda kötü bir şey olmadığını… Belki o zaman şarkıdaki “Herkes bir şey aldı götürdü benden” cümlesine hep beraber gülümseyebiliriz.

Bu yazının çıkış noktası balinalara dönersek…

Bu sabah uyandığımda kendimi bir balina gibi hissettim. Bu duygunun altını kazıdım hemen, öğrenmeden içim rahat etmez-ben de bilgi arsızıyım işte. Ucu bucağı görünmeyen bir okyanusta dev cüssemle kimsenin beni görmediği ve duymadığını hissettiğimi fark ettim. Spotify listemde çok sevdiğim “Whale Sounds” listemi açıp, balina sesleriyle biraz daha derinlere indim. Bu kadar yüksek frekansta ses çıkarmama rağmen sesimi duymamaları ya da bei görmemeleri mümkün müydü sahi? Balina metaforu benim yaşadığım bir illüzyon olabilir miydi?

Balinalarla ilgili okuduklarım geldi sonra aklıma… “Hatırla” kitabında altını çizdiğim yerleri bir kez daha okuyunca bu sabahki duygumun bana yapılan bir küçük bir hatırlatma olduğunu fark ettim. Bir şeylerin peşine takılıp büyük resmi görmekten uzaklaştığım için bir balina dürttü beni diyelim kısaca…

Sonra dedim ki kendime: “Madem mentorların da insan olduğunu, hayatındaki iniş-çıkışların bir oyun olduğunu biliyorsun, o halde şunu hatırla, tüm bunlardan çok daha büyük bir şeysin sen! Balinalardan bayrağı devralmaya hazır mısın?”

PS: Bugün sabah hissettiğim şeyden yola çıkarak çok sevdiğim dostum ve editörüm Gökçe Gökçeer’in yeni kitabından bahsetmemek olmaz. “Ahtapot ve Sessiz Balina” kitabındaki sessiz balinayı düşününce yalnız olmadığımı anladım 🙂 4 yaş ve üzeri dediğine bakmayın, keşke bütün çocuk kitaplarını önce yetişkinler okusa…

Kitabın arka kapağında şöyle diyor:

“1992’de, Pasifik Okyanusu’nun derinliklerinde, daha önce hiç kaydedilmeyen, başka balinaların seslerine benzemeyen bir ses duyuldu. Araştırmacılar, bu sesin 52 Hertz frekansında olduğunu ve diğer balinaların çıkardığı ses frekansına uymadığını fark ettiler. Bu durumda, diğer balinalar bu sesi duyamaz ve sürülerine bu balinayı alamazlardı.

Bilim insanları balinanın adını 52 Hertz koydular ve yıllarca onu takip ettiler. Gerçekten de 52 Hertz Balina, hiçbir sürüye dahil olamıyor ve okyanusta yapayalnız dolaşıyordu. Bu süre boyunca çıkardığı seslere, belki de söylediği şarkılara hiçbir balinadan karşılık gelmedi.

‘Bazen kendimizi yalnız hissederiz. Sesimizin duyulmadığını, şarkılarımızı kimsenin söylemediğini, söylediklerimizin anlaşılmadığını düşünürüz. Ama belki de bir yerlerde bir dost, kalbimizi ona açmamızı bekliyor ve şarkılarımızı bizimle birlikte söylemek için sabırsızlanıyordur.’

Gerçek bir olaydan alınan ilhamla yazılan bu hikâyede, ahtapot ile sessiz balinanın beklenmedik dostluğuna tanık oluyoruz. Çünkü hayat her yerde; karada, havada ve denizde, her zaman sürprizlerle doludur!”

Yorum bırakın